“Güzellik ve Estetiğin Cezbi”
Güzel Ve Estetik
Yunanca duygu, duyum ve algı anlamına gelen “aesthesia” dilimizde göze hoş gelen ve güzel duygular hissettiren bir kişi, nesne ya da bir görsel için kullanılmaktadır. Güzel ise Arapça kökenli bir kelime olup “görünüş” anlamına gelen “körük” kelimesinden dilimize geçmektedir. Bu kavramlar doğası gereği güzellik ve estetik olanı “görünen ve duyumsanan” ile sınırlandırmıştır. İnsanın doğasında olan sevme, sevilme, görünür olma ve beğenilme ihtiyacı tarihsel süreçte ekonominin büyümesi ve tüketime teşvik etmesi, teknolojik gelişmelerle görselin ulaşılabilirliğinin artması ve kolaylaşması “gözü, kulağa ve diğer duyu organlarına üstün kılmıştır. İşitmeyen ama gören kişi görmeyen ama işiten kişiye göre daha tedirgin olmaya başlamıştır”(George Simmel). Bu süreçte bir yandan “kendini sevmesi” için teşvik edilen insan diğer yandan maruz kaldığı, dinamik ve ulaşılmaz hedefleri işaret eden “güzellik algısına” kapılmaya başlamıştır. Çok değil bir yıl önce gözümüze güzel gelen görünümlerin, artık farklı düşündürüyor olması, dışarıda olup bitenlerin bizi büyük ölçüde etkilediğinin kanıtı olabilir.
Güzel olmak insanı özgürleştirir mi?
Aynada kendimize baktığımızda, görüntümüzden memnun olmamız oldukça kıymetli ve insanın özgüven gelişimine katkı sağlayan bir değerdir. Herkes nihayetinde en iyi versiyonu olmayı hak eder. Ancak yalnızca bedensel güzelliğe yapılan yatırım, sürekli değişen “gerçek dışı” güzellik normlarını takip edememeye başladığımızda çökmektedir. Zihin normalde alışılagelmiş şeylerin dışına çıkan durumları kolayca kabullenemez. Ancak biz farkında olmadan dayatılan “ideal yüz hatları ve vücut kıvrımları” kendiliğinden alıştığımız görseller haline geldiği için takip etmeye başlarız. Tam bu noktada yalnızca bedene değil de, zihnimize yatırım yapıp okuyup araştırıp ürettiğimizde bireysel farkındalığımız artmaya başlar ve biz sadece kendi gelişimsel grafiğimize odaklanarak, kıyastan uzaklaşırız. Dolayısıyla bireysel olarak çaba gösterip beden ve akıl sağlığımızı korumak, güzelliğe ve estetiğe yatırım yapmak bizi özgürleştirirken, toplumsal olarak belirlenen güzellik normlarını takip etmek bizi bir noktadan sonra hapseder.
Tek başına “güzel” olmak yetmiyor. Ne zaman ki güzellik “seyredilebilir” oluyor, o zaman insan doyuma ulaşıyor…
Güzel olmak ve bunun için gösterilen çabayı sonu gelmeyen bir yolculuğa benzetiyorum. Özellikle genç kız ve erkeklerin pek çoğu kendilerini beğenmiyorlar. Bir tanesi kendini “böceğe” benzettiğini söylerken, diğeri ise “miki fare” gibiyim diyebiliyor. Aslında söylemeye çalıştıkları şey: “Ben kendimi sergilediğimde kimse beni beğenmez”. Aslında bu sarf edilen cümleler, o kişinin kendini beğenip beğenmemesinden öte, diğerlerinin onun hakkında ne düşüneceği ile ilgili yanlış bir yargıdan iberet… Dolayısıyla burada değişmesi gereken bir şey varsa, o da güzellik ve estetiğin aklediliş şeklidir diye düşünüyorum. Daha açık ifade etmek gerekirse; estetik biliminin insanlığa sunulmuş kıymetli bir değer olarak görülmesi ve ihtiyaç dahilinde başvurulması ve bunun öznel-iyi oluş halini yakalamamıza destek olması şeklinde açıklanabilir. Görkemli bir şekilde paketlenmiş bir kutunun içi boş olsa, bu sizin için ne ifade eder?
Güzel olmaktan çok sosyal mecralar üzerinden bunu sunmaya ve diğerlerinin onay ve beğenisine ihtiyaç duyuyoruz. Bunu başaramadığımızda ise asla güzel hissetmiyor; yetmiyormuş gibi bu konuda çabamızın “başarısızlık” olduğunu düşünerek “çaresiz ve değersizlik” hislerini pekiştiriyoruz. Tam bu noktada şu sözler oldukça manidar: Güzel bürünür, çirkin görünür… Saklı güzellikleri ortaya çıkarmak ise aslında zor olanı…
Güzel bir doğa manzarası, sanat eseri, bir çiçek vb. görsel şöleni tek başına paylaşmaya değer bulmuyoruz…
Güzellik ve estetik yalnızca insan bedenine ait bir algı değildir. Ancak, eğer bir fotoğraf karesine biz de dâhil isek kendi resmimizin güzel çıkmadığı fotoğrafları paylaşmak istemeyiz. Her yerde boy boy ve her profilden fotoğrafı olan kişilerin gerçekten özgüveni yüksek kişiler olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz… Bu kişilerin kendi bedenlerini ön plana çıkarma motivasyonları narsisistik bir kişilik yapılanması içerisinde olduklarının bir kanıtı olabilir. Bu da demek oluyor ki; bu kişiler o kadar kırılgan ve hassas aynı zamanda değersizlik duyguları o kadar rahatsız edici ki bunu bir parça gizlemek adına bedenlerini öne çıkararak ve beğeni toplayarak “iyi hissetme” halini yakalamaya çalışıyorlar. Oysaki bir doğa manzarası bize doğanın el değmemiş güzelliklerini sunarken, bir ressamın tablosu Zihnimizde canlandırabileceğimiz bir sürü imgeyi ve yeniden oluşturabileceğimiz güzel hikâyeleri içeriyor. İşte burada da kendimizi diğer tüm güzelliklerden mahrum bırakarak, dar bir çerçevede kendi kendimize bakıp duruyoruz. Güzellik tam da sosyalleşmek için ihtiyaç duyduğumuz bir değerken, tam tersi bu telaş bizi yalnızlaştırıyor diye düşünüyorum… Sizce?
Güzellik trendlerini yakalayan kişi psikolojik olarak nasıl hisseder?
Trendlerin peşinde koşmak; yıkılmaz bir duvara, durdurulmayan bir trenin çarpması gibi sonuçsuz ve cevapsız… Psikolojik sağlık; kişinin düşüncelerini organize edebilmesi, duygularını regüle edebilmesi (düzenleyebilmesi), davranışlarında ölçülü ve kontrollü olabilmesi ve bedensel olarak sağlıklı olması ile ilintilidir. Bu sağlık tanımına göre; güzellik ve estetik arzusu “gerçekçi” beklentiler ve sınırlar içerisinde, bireysel motivasyonlara göre şekilleniyorsa kişinin özgüvenli hissettiği bir parçası haline gelir. Ancak toplumsal normları yok sayamayacağımızı düşünürsek, özgüveni yüksek kişiler daha girişken, yenilikçi ve merakını gidermeye yönelik varlık gösterebilirler. Bu da onları yaşama katar ve daha iyi hissettirir. Ancak, duygusal boşluklar yaşayan kişilerin, çaresizlik, sevilmezlik, yetersizlik duygularıyla baş etmek adına estetiğe yönelmesi yanıtsız kalacaktır. Çünkü bu kişiler ne kadar güzel olsalar da bu anlamda “memnuniyet” hissedemeyeceklerdir. Daha fazla ve çok daha fazla derken bu bir sağlık sorununa dönüşerek kişinin hayatını gasp edebilir.
İnsanlar yüz ve vücutlarında değişim isterler. Peki bu beklentilerin “gerçekçi sınırlar” içerisinde olup olmadığının ölçütü nedir?
İnsanlar değişim için talep ederler. Ve bazen de oldukça kararlı bir şekilde bu taleplerine yanıt verilmesini beklerler. Yaşamında sağlıksız ilişki döngüleri olmuş, yanlış kararlar vermiş ve sonuç itibarı ile yaşam doyumu düşük bir sürü insan vardır. Çoğu zaman asıl değiştirmek istedikleri şeyler için güçleri yetmeyince daha doğrusu bu değişimleri sağlayacak kadar güçlü hissetmediklerinde bunun en somut ve kolay yolu olduğunu düşündükleri bedenlerine yönelirler. Başlangıçta,”burnundaki eğriliğin düzelmesi gibi normal kabul edilebilecek istekler, “kendi yüzüne hiç yakışmayacak bir burun tarif etmesi ve bunu ünlü isimlerin görselleriyle desteklemesi” gibi değiş tokuş sayılabilecek isteklerle kendini göstermeye başlayabilir. Bu isteklerin “gerçekçi sınırlar” içerisinde kabul edilemesi güçtür. Bu noktada psikoterapi desteğine ihtiyacı olan kişinin bu sürece direkt yönlendirilmesi de pek mümkün olmayabilir. Bu noktada hastayı uzun uzun dinlemek ve “hayatında başka nelerin değişmesini” istediğini sormak, bunda ısrarcı olmaktan ziyade tekrarcı olarak, farklı düşünmesi ve doğru olana yönelebilmesi desteklenebilir.
İnsan anlatmak istediklerini ve duygularını sanat eserlerine yansıtabiliyor. Sanat ve yaşam doyumu nasıl ilişkilendirilebilir?
Bir insan zaman zaman hayatında olup bitenleri tüm açıklıkla anlatmak ister. Bunun içinde “gerçek bir dinleyiciye” ihtiyaç duyar. Dinleme eylemi; pasif bir eylem gibi görünse de tamamen kendi öznel yargılardan sıyrılıp anlatan kişiye kanalize olmak ve tüm kaynaklarını onun için kullanmak büyük bir özveri ister. Bu bağlamda, bir şeye ihtiyaç duymak, görülmeyen yeteneklerimizin ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Sanat eserlerinin pek çoğu eser sahibinin mizacının, duygu ve düşüncelerinin bir tezahürüdür. İçeride kalıp ifade edilmeyen her duygu, düşünce ve davranış insanı, hayattaki zevklerden mahrum bırakmaktadır. Yanı sıra, sanat; güzel ve estetik olanın evrensel halidir. Sözlerini bilmesek dahi kapılıp gittiğimiz bir melodi, saatlerce seyredebileceğimiz ve bizi anılarımıza götüren resimleri, derin anlamlar çıkarabileceğimiz özlü bir söz bizi özgürleştirir ve yaşam doyumunu artırabilir.