Her ebeveyn çocuğu için en ideal olanı tasavvur edip onun davranışsal, duygusal ve bilişsel gelişimi için elindeki tüm imkânlarını seferber etmeye hazırdır. Çocuğun gelişimsel süreçlerinde sorun yaşaması; mükemmele zarar veren başka bir deyişle “süte leke bulaştıran” bir durum olarak değerlendirilip ebeveynlerin kaygılarını tetiklemektedir. Herhangi bir sorunla karşılaşan ebeveyn “neler yapabileceği, bu durumun nasıl düzelebileceği” tedirginliği ile aşırı telafi yollarını seçmekte; sorunu çoğu zaman dışsallaştırmakta ve sorunun kaynağını dışarıda aramaya başlamaktadır. Bu durum içi su dolu bir bardakta bulabileceği küçük bir taşı, okyanusta aramaya benzemektedir. Günden güne kaygıları artan ebeveyn, sorunun kaynağından gitgide uzaklaşmakta; iş, sosyal yaşam, özel yaşam vb. meşguliyetlerinin de yüküyle karmaşık bir duygu durumu içine girebilmekte hatta zaman zaman çocuğuna yetemediği ve mükemmel olamadığı düşünceleri ile suçluluk hissedebilmektedir. Oysa ki; hali hazırda iç güdüsel olarak koruma, sahiplenme ve şefkat duygularına sahip annenin sentetik olarak kazanması gereken bir şey yoktur. Sadece “anneliğini” yaşaması onu yeterince iyi kılacaktır. “Bu çocuk neden böyle?, benim çocuğum nasıl olur da ceza alır?, ben elimden geleni yapıyorum acaba okulda mı öğreniyor bu davranışları? vb. düşünceler annenin yetersizlik duygusunu pekiştirmektedir.
Bir kişinin diğerine faydalı olması “kendini tanıma ve anlama” ön koşulu ile mümkün olabilmektedir. Kendi istek, beklenti ve ihtiyaçlarını, onu mutlu eden, üzen, öfkelendiren kaynakları bilen bir ebeveyn, çocuğuna karşı davranışlarını ayarlayabilmekte, onun beklentilerini kendisininkinden ayrıştırabilmekte, herhangi bir sorun yaşandığında bunun kendisinde yarattığı stresi doğru şekilde yönetebilmektedir. En önemlisi de olgun bir birey, mükemmel olma gerekliliğini bir kenara bırakıp sahip olduğu potansiyelleri doğru kullanarak, içgüdüsel motivasyonlarının da otomatik katkısıyla iyiye hizmet edebilmektedir. İyi yeterlidir. Çünkü “Mükemmel; iyinin düşmanıdır”.