“İLİŞKİDE PARADOKS”
Varlık-Yokluk-Çokluk
Kadın-erkek ilişkisi her daim mercek altına aldığımız, sohbetlerine keyifle katılıp, içerisinde kendi ilişkilerimizden bir şeyler bulup yalnız hissetmediğimiz, gelecekte ilişkimizin olası seyrine karşı tahminlerde bulunanları can kulağıyla dinlediğimiz bir konu aslında… Çoğu zaman paradokslarla (çelişkili, karşıt düşüncelerle) boğuşup kendimizce irdelediğimiz ve asla sonuca varamadığımız bir dizi sorularla gelen kafa karışıkları… Altı delik bir kovayı, gürül gürül akan bir suyla doldurmaya çalışmak gibi sonuçsuz ve cevapsız… Belki de “yaşam boyu süren bu arayış” motivasyonumuzu artırıp bizi canlı tutuyor ve işte o zaman hayat bir rutinden çok daha fazlasını içinde barındıran bir serüvene dönüşüyor. İyi mi oluyor peki(?) yoksa bu peşimizi hiç bırakmayan bir can çekişme hali mi(?). Ve yine paradoklar… Dante’nin İlahi Komedya’da dediği gibi: “O insan gerçek aşkın ortaya çıkmasına izin verdiği gün, düzgün yapılmış her şey karmakarışık olacak ve doğru ve gerçek bildiğimiz her şeyi altüst edecek”. Bu sözden hareketle belki de konfor alanından çıktığımız ve düşüncelerle boğuştuğumuzda, görece daha derin anlamlar çıkartıp huzura doğru bir yolculuk başlıyor olabilir.
Neden “İlişkileri” Bu Kadar Merak Ediyoruz?
İnsan; doğduğu andan itibaren hayatta kalabilmek için bakım veren bir diğerine ihtiyaç duyan tek canlıdır. Fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması kadar ilgi ve alaka görmeye de ihtiyaç duyar. “Alaka” Arapça kökenli bir kelime olup bağlanma, ilgi, bağlantı, ilişki ve ilgilenme anlamlarına gelmektedir. Hiçbir insan “ağaç kavuğunda doğup orada gelişip büyümediğine göre” doğduğunda anne ile olan göbek bağının kesilmesi, bu bağlantıyı koparmaya yetmez ve yaşam boyu görünmez bir bağ olarak varlığını devam ettirir. Bu noktada sadece duygusal ilişki ile sınırlandıramadığımız bağ kurma, bağlantı halinde olma, ilgi ve alakadar halin karşılıklı devamlılığı durumunu arar ve aramayı her daim sürdürürüz. Bu nedenle, “Acaba beni ne kadar düşünüyor, ben olmadığımda beni özlüyor mu, bana ne kadar değer veriyor, benim için ne kadar fedakârlık yapardı” vb. sorgulamalarla aslında bir diğeriyle ne ölçüde bağ kurabildiğimizi ve bunun ruhumuzu ne kadar beslediğini sorgular dururuz. Bu sorulara cevap bulabilen birini henüz görmedim. Bu noktada soruların doğru olmadığını düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Sonra bir yazarın şu sözleri aklıma geldi: “Siz iyisi mi sevmek üzerine düşünün, çünkü hiçbir zaman ne kadar sevildiğinizi anlayamayacaksınız”… bir parça katılmakla birlikte yeniden sorulan soruları sorgulamaya başladım. Birinin bizi özleyip özlememesi, fedakarlık yapıp yapmaması, değer verip vermemesi gerçekten bizimle ilgili miydi?. Hepimiz farklı bir mizaçla düyaya geliyoruz. Gelene kadar anne karnında yaşadıklarımızdan tutun da dış dünyada kurduğumuz ilişkilere, sosyoekonomik düzeye, eğitim, kültür vb. faktörlere kadar her şey bizim yeni biriyle nasıl bir ilişki kuracağımızı belirliyor. Böyle bir durumda, ilişkide “nasıl bir varlık” ortaya koyduğumuz tamamen bizimle ilgili bir durum haline geliyor. Güneşe alerjisi olan birinin yazın dışarıda olmakta zorlanması güneşle ilgili değilken; kışın çok hasta oluyor olmakta havanın soğuk olması ile ilgili değil; kişinin bağışıklık sisteminin düşük olmasıyla ilgilidir. Tam da bu noktada dış faktörleri ortadan kaldırmak hızla akan bir suyun önünde durmaya çalışmak gibidir. Kendimizden kaçmak yerine, kendimize varmaya çalışmak önemlidir.
Biriyle oldukça sağlıksız bir ilişki kurmak; tüm diğerleriyle benzer ilişkiyi kuracağımız anlamına gelmez. “Ben böyleyim, hep yanlış seçimler yapıyorum, ilişki bana göre değil, bence ben bağlanmaktan korkuyorum, sorumluluk almak istemiyorum sanırım” vb. kaçış cümleleri “kendini akışa bırakmanın” en tehditkâr halidir. Bu kaderci bakış açısının taşıdığı gizil anlam “çaresizlik, yetersizlik, değersizlik vb.” kişiyi aşağı çeken duyguları taşımaktadır. “Ben böyleyim dedikçe “öyle olmaya”, ben değişemem dedikçe “yerimizde saymaya” devam ederiz. Ancak yine içimizden bir ses çaresizlik ve umut arasındaki paradoksu fısıldar ve bize “sen en doğru insanı bulacaksın gör bak” der. Yine bu ses yanıtsızdır. Çünkü verdiği mesaj yanıltıcı ve çelişkilidir. Eğer ilişkide nasıl bir varlık ortaya koyduğum benimle ilgiliyse, neden doğruyu ve iyiyi dışarıda arayayım ki (?). İnsanın uzun uzun bakamadığı tek kişi kendisi olsa gerek.
İlişkide Varlık-Yokluk-Çokluk (Üçlü Paradoks)
İlişkide yalnız hisseden pek çok insan var aslında… Hem ilişkide olmak hem de yalnız hissetmek… “Varlığını yeterince hissetmediğiniz, hayatınızda olan ama yokmuş gibi hissettiren insanlar olmuştur”. Çoğumuzun evinde çiçek vardır. Ancak, çiçeğin varolması, yaşayacağı anlamına gelmez. Eğer ona istediği ve beslenebildiği uygun iklimi sunamaz iseniz, var olmaya devam etse de, çiçek vermediğini yani yaşamadığını görmeye başlarsınız. İlişkide varlık, yaşamak ve yaşatmak için yeterli değildir; karşılıklı birbirimizi beslediğimiz kaynakları keşfetmemiz gerekir. Bir başka boyutunda ise, “kendime ait bir hayat istiyorum, hiçbir özel alanım kalmadı, biraz nefes almak ve arkadaşlarımla sosyalleşmek istiyorum” diyen kişileri görürsünüz. Burada da bir ilişkide varlığını ortaya koyarken bir diğerine bağımlı; onun tüm hayatını işgal ederek ilişki kurduğunu anlarsınız. İşte doğası gereği alakadar olunduğunda mutlu olan kişi boğulma hissi ile karşı karşıya kalmakta, nefes almakta zorlanmaktadır.
İlişkide Kriz Dönemi “Öncesi-Sonrası”
Hayat her zaman planlanan ve öngörülen şekilde yaşanmıyor. İlişkisel süreçlerde güçlenen ya da zayıflayan bağları dış faktörlere bağlayamayacağımızı düşünüyorum. Bir ilişkisinin kriz öncesi dönemde dinamiği neyse, sonrasında da aynı kalacak; bireyler daha önceden bildikleri tepkileri vererek, durumu kendi alışılagelmiş bakış açılarıyla karşılayacaklardır. Son iki aydır; tüm dünya ülkelerinde yaşanan “salgın” nedeniyle, ilişkilerde değişim ve dönüşüm yaşanacağını; yaşanan fikir ayrılıklarının, çatışma ve anlaşmazlıkların ve evli çifler için boşanmaların artacağı yönünde varsayımlar olduğu gibi çoğu zaman gerçekleştiğini de gözlemlemiş bulunuyoruz. Diğer tarafta da insanların eskiye göre “tüketim çılgınlığına dur diyerek daha sade bir hayat yaşayacağını” bu durumun ilişkileri derinleştireceğine dair öngörülere de şahit olmaktayız. Bu görüşlerin hiçbiri yanlış olmamakla birlikte doğru da değil. Bu konuda defalarca yanlışlanabilen doğrulara yer verebiliriz. Ancak kimse hakikati sorgulamıyor. İnsanları bireysel olarak düşündüğümüzde her bir bireyin kemikleşen savunma mekanizmaları yani olumsuzluklarla baş etme biçimleri vardır. Hakikat; kişinin kriz durumlarının kendi üzerinde yarattığı etkiyi bilmesi, bunlarla baş etmek için nasıl bir yol izlediğini gözlemlemesi, bu çözümlerin ne ölçüde işlevsel olduğunu fark etmesidir. “Bu sıralar çok tartışıyoruz, görmek bile istemiyorum, hiç anlaşamadığımızı fark ettim, genel olarak mutsuzum vb.” söylemler bizlere fayın zaten kırık olduğunu, deprem olduğu zaman ise kolayca kırılabildiğini düşündürür. Dış faktörler sanıldığı kadar ilişkiyi değiştiren ve dönüştüren etkiye sahip değildir. Bunlar genel itibarı ile tetikleyici olarak rol oynayarak aslında farkındalığımızı artırıp doğru ve yanlışlardan sıyrılıp kendimize bakmak ve varmak için bir kapı aralamaktadır.
Hoşgörü, Sabır ve Tahammül
Yazımın bu kısmında ilişkilere yön veren önemli kavramlardan bahsetmek istiyorum. “Eskiden annelerimiz her şeyi hoş görürdü, şimdi insanların birbirine tahammülü kalmadı, kimsenin kimseye müdanası yok”. Bu cümleleri sıklıkla duymuşsunuzdur. Hoş görü sanılanın aksine yapılan her olumsuzluğu alttan almak ve affetmek anlamına gelmemektedir. Bir insanın hoş olan taraflarını görmeye niyet ettiğimizde, olumsuz olana daha az odaklanmaya başlarız. Bu da ilişkinin daha dingin ve huzurlu bir şekilde evrilmesine ortam hazırlar. Gelelim sabır ve tahammül meselesine… Tahammül kelime anlamı olarak yükü üstlenme, taşıma, dayanma anlamına gelmektedir. Bu kelimeler bana “sevgi, huzur ve mutluluğu” değil; “zorluğu, acıyı ve ızdırabı” çağrıştırmaktadır“. yıllarca tahammül ettiğinizde neler oluyor(?) bir bakalım. Süregelen ilişkinizde yaşadığınız tüm olumsuzluklara yıllarca tahammül etmeniz, elinizdeki bir çantayı yıllarca taşıyıp her şeyi bu çantanın içine doldurmaya çalıştığınız anlamına gelir. Ancak, bir zaman sonra bu çanta o kadar ağırlaşır ki kolunuzda onu taşıyacak kadar kuvvet kalmaz. İlişkilerimizde sürekli alttan alan ve bir şeylere tahammül eden taraf olduğumuzda bu “sakince kabulden” ziyade içeride yanardağın gürül gürül kaynadığı ve bir gün muhakkak patlama noktasına geleceğinin işaretidir. Patlama noktası; yalnızca ilişkinin bitmesi şeklinde algılanmamalı… Hayatımız boyunca “sevgi ekip biçmek” niyetiyle çıktığımız yolda “sabır ekip hüsran biçmek”, bir sürü fiziksel ve psikolojik rahatsızlıklar ve bir dolu mutsuzluk…
Bir başka önemli kavram olan “müdana” minnet etmek anlamına gelmektir. Birine karşı minnet duygusu taşımak, ona borçlu hissetmekten ziyade kattıkları için teşekkür etme, şükran duygusu içerisinde olmaktır. İlişki bir alış-veriştir. Ancak “birinden huzuru ve mutluluğu borç alamazsınız”.
İlişkilerde Gel-Gitler Ya Da“İstikrar”
Eğer sürekli ilişkilerinizde gel-git yaşıyorsanız ve yaşanan en ufak bir problem sizi karşınızdakinden uzaklaştırıyorsa, ilişkinin zeminine bakmak ve kırılmalar yaşadığımız durumlardaki ortaklığı keşfetmek gerekmektedir. İstikrar; karar verme ve kararı sürdürebilme halidir. Bu noktada, düşüncelerimiz, duygularımız ve davranışlarımızın birbirleriyle uyum halinde olup olmadığını gözlemlemek süreci anlamımıza yardımcı olur. Çoğu zaman düşünceler, başkaları tarafından yönlendirilip son şeklini alır. O düşüncelerin “bizim” olduğuna o kadar inanırız ki “böyle düşünüp”, “farklı davranmak” ve duygularda ani ve hızlı değişimler diğerlerinin gözünde bizi tutarsız ve güvenilmez kılar. Oysa, burada mevzu bize ait olmayanı sahiplenmiş olmamızdır. Giydiğim kıyafet benim beden ölçülerime uygun değilse, üzerimde sakil durması kaçınılmazdır. “Benmişim kendimden bir korkak yaratmışım, kendimi korurken en çok ben ürkütmüşüm” şarkı sözlerini anımsadım. Ben, benden bir haber yaşarken hayatımı, yaşamımın kontrolünü çoktan diğerlerinin eline vererek belki de bir sis perdesi önümde ilerliyorum; görmeden önümü, sağa sola çarpa çarpa ….
Aşık Usandırma (k)
Sonuç olarak, dilimizde sıklıkla kullandığımız kavramların ne anlama geldiğini bilmek ve tüm düşünce ve duygularımızı nasıl deneyimlediğimi anlamak hayatımıza farklı bir boyut kazandırmaktadır. Böylelikle, yavaşladığımız ve kendimize döndüğümüz zamanlarda cümlelerimizin ifade ettiklerimizin ötesinde anlamlar taşığını fark etmeye başlarız. Yıllarca sabredenlerin bunu övünerek söylediklerinde aslında taşımakta zorlandıkları yükler biriktirdiklerini, istikrarlı olmaya çalışanların aslında başkalarının düşüncelerinin himayesinde yaşadığını, yaşadığını sananların bir bitkiden daha çok var olmadığını, çevresinde bir sürü insan olan kişilerin yalnızlıkla mücadele ettiğini bir kez daha anlıyoruz. İlişkinin kolay olmadığını ve bir diğeriyle aslında şekil alabildiğimizi fark ettiğimiz andan itibaren de nazımızın en çok geçtiği kişilere yükleniyoruz. Bir yandan da tüm bu karmaşanın dinginlik ve huzur getireceği ve hakikate ulaştıracağı ortada, çok cazip değil mi(?)…